FERİT YILMAZOK' UN ANISI
OKSİJENSİZLİKTEN ÖLEBİLİRDİM
“Herkesin bir hikayesi vardır” derler. Sizlerin olduğu
gibi benimde “size ilk ağızdan; şahitleri şehit olmadan”
anlatacak bir havacılık hikayem var. Ben bu hikayeyi değişik
zamanlarda ve mekanlarda sohbet, örnek ders, v.b. mahiyetinde
pek çok kişiye anlattım.
Efendim, yıllardan 1970. Yer; Eskişehir, uçak tipi de
RF-84F. Ben, “Askerlikte gönüllü pilav yemeyeceksin” darb-ı
mesel’ini henüz kavramamış; Başında kavak yelleri esen”
bir Teğmendim. Sabah gün doğarken başlayacak bir tatbikat uçuşuna
gönüllü olarak katılmamla başladı bu hikayem. O gün,
sabah gün doğumunda, uçak başında arıza defterini incelediğimde,
uçak faal yazdığını; ancak bir gün önce filo komutanımızın,
“Oksijen sistemi arızası” yazdığını; işlem olarak;
“Arıza giderildi, yerde kontrol edildi, sistem faal” onayını
gördüm.
Normal uçuşa başladık. Yakıtımız eğitim uçuşu
yakıtından fazlaydı. Kalkış sabah serinliğinde olduğundan
kalkış ağırlığı sorun olmamıştı.
Liderim bulut üstünde uçmak isteği için radardan müsaade
alarak tırmanmaya başladık. (Tatbikat bölgesi Doğu Marmara
bölgesiydi ve bulutla kaplıydı). Eskişehir dolaylarının da
kapatacağı tahmini vardı.
Tırmanışta bulut yoğunluğu az olduğundan, taktik
kol uçuşu mesafesinde lideri takip edebiliyordum. RF-84F
uçağının performansının kısıtlı olması
nedeniyle yüksek irtifa ve bulutiçi eğitimimiz yeterli olmadığından,
lider bir an önce bulut üstüne tırmanmada ısrar etti.
Sonunda 30000 ft. civarında bulut bitti ve uçaklarımız da ağır
olduğu için, pek de rahat olmayan uçuşla bulutlara teğet
olarak ve bulutları göğüsleyerek uçmaya başladık.
Tırmanış boyunca herhangi bir arıza olmamasına, yakıt-oksijen
kontrollerinin normal yapılmış olmasına karşın, düz uçuşa
geçişten yaklaşık “5” dakika sonra ben nefes almakta
zorlanmaya başladım. Oksijen saatini kontrol ettiğimde;
oksijen miktar ve basıncının “sıfır” olduğunu gördüm.
Hemen lidere bildirdim. Lider beni yakın kola çağırdı,
durumu radara bildirerek görevi iptal etti ve pike flabı açarak,
Batıya doğru emercensi alçalmaya geçtik. Başıma ne
geldiyse, işte bundan sonra geldi; İsabetli karar vermenin ne
denli önemli olduğunu ben belki de ilk kez bu olayda gördüm,yaşadım.
Alçalma sırasında ben lideri zaman zaman görememeye
başladım. “bulutlar tırmanışta görüşe imkan veriyordu
ama, demek ki koyulaşıyor” diye düşünmeye başlladım.
Bir süre sonra lideri görme kesikliği sıklaşmaya ve uzamaya
başladı. Lideri durumdan haberdar ettim. Lidere çarpmaktan
korkuyordum. Lider bu kez beni sıkı kola çağırdı. Ben de
yeteneğim ve o anki nefes zorluğu ölçüsünde, pilotların
“kanat içi” tanımladıkları yakınlıkta uçmaya başladım
ama, lideri izlemek için bu yakınlık da yetersiz kalmaya, görememe
olayı daha sık aralıklarla olmaya ve görememe süreleri uzamaya
ve benim de çarpma korkum artmaya başladı. Liderin radarlarla
konuşmalarını da artık anlamıyordum. Kendi kendime “bak Yılmazok,
bu durum daha fazla uzarsa çarpışacaksın. Görme kesikliği
bu halde de uzarsa gaz keserek geriye düşürmektense, liderden
ayrılır, 20000 ft’de düz uçuşa geçer, Doğuya döner,
Eskişehir’e gider, inersin. Orada da hava kapalıysa, Tacan
veya Ndb. Alçalması ile inersin” diye kendi kendime üç-dört
kez yarı bulanık akıl yürütmeye çalışıyordum ki;
kendimden geçmişim ve ne olduğunu geçen sürede bugüne
kadar hiç hatırlamadım.
Beynimde bir zonklama ve sarsıntı
ile gözlerimi açtım. Uykudan uyanıyormuş gibi bir
hisle aletlere baktım; altımetre 16000 ft’i geçmiş hızla
irtifa kaybedildiğini, durum cayrosu ise bir tarafta yatık dalış
gösteriyordu. (Son
düşüncelerim... uyanınca bayıldığımın farkına bile
varmamış gaz kolunu ve lövyeyi tam geri çekmişim). Sarsıntı
hala sürüyordu. Yarı şuurla lövyeyi doğru yöne açarak ve
gaz açarak yatıştan ve tesadüfen buluttan da çıktım. Altımetre
12000 ft’lerdeydi ve ben yaşıyordum.
Bu arada karşıma siyah bir bulut kütlesi çıktı. Sol
alt tarafımda yeri gördüm hemen sola yatış dönüşe
girerek; sol aşağıda gördüğüm yerle göz temasını kaçırmamaya
karak verdim ama savruluşla birlikte kendim kara bulutn içinde
buldum. Ne kadar süre geçti bilmiyorum, bulut bir türlü
bitmek bilmedi ve ben bu sırada gaipten sesler de duymaya başladım.
Derinden derine benim uçak numaramı söyleyen liderden,
radarlardan çağrılar duyuyor, ağlamaklı ve zayıf bir sesle
“ben anormal durumdayım” demeye çalışıyordum. Bana öyle
geliyordu. Çünkü, kimsenin bana cevap verdiğini hatırlamıyorum.
Fakat bir ara “vakit kaybetmemen gerekiyor, beni arayanları bırakıp
kendi işime bakmalıyım, ve mademki bulut bitmiyor, alçalmayı
durdurup, düz uçuşa geçeyim” diye kendimi uyardım. Uçağı
topladım ama perdövites oldum, ve işte sürat saatini ancak o
zaman gördüm; 100 knot gösteriyordu.
Sonradan canlandırmaya çalıştığımda; keskin yatış, gazı
kesmek ve lövyeyi göbeğime çekmekle ve devamlı bu şekilde
çekişe devam etmekle sürati iyice düşürdüğümü anladım.
İşte o andan itibaren, bulanık şuur ile sürat dolsun
diye uçağı hafif dalışa bırakıp gazı tam açtım ama bir
türlü buluttan çıkamıyordum. Sanki gaz kolunda parmak
izlerim kalıyordu. Buluttan çıkamama korku ve paniğiyle,
uzun zaman geçmiş gibi alçalmayı durdurmak için uçağı
topluyor ama tekrara perdövites oluyordum. F-100 uçağı gibi
ilave takat (After-Burner) sistemi olmasını istediğim kadar
başkaca bir şey istemedim. Bu arada radar ve liderden çağrılar
duyuyor ama yanıt veremiyordum. Bu arada; hem perdövitesten
sonra irtifa kaybedişim ve bulutunda bitmemesi nedeniyle ümitsizliğe
kapılıyor; Atla Yılmazok!, biraz sonra çakılacaksın! Diye
düşünürken, hemen akabinde; “Sakın ha Yılmazok, sağlam
uçaktan atlarsan hesabını nasıl verirsin! Duygularının
hakimiyetine giriyor, kendimle hesaplaşıyordum. Bu hesaplaşmayı
atla Yılmazok, atlama Yılmazok şeklinde 3-4 kez yaptıktan
sonra nihayet ve bana asırlar gibi uzun gelen bir süreçten
sonra, 5.500 ft’te yeri gördüm ve 4500 ft’te uçağı
toparladım. Kendimi bir vadinin içinde buldum. Hafif yağmur
yağıyordu. Oksijensizliğin etkileri gittikçe azalıyor,
bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu. Yakıtımı kontrol
ettim; henüz çoktu. Burası, Uludağ’ın güneyindeki bir
vadiydi Uludağ 8767 ft yüksekliğindeydi. Adeta Uludağ’ı
ıska geçtiğimi ve çarpmadığımı ve “Öldürmeyen Allah
Öldürmezmiş” değerlendirmesini olaydan çok daha sonra
yapabildim.
Şuurum yerine geldikçe; kendi kendime “Radar son
mevkiimizi Uludağ-kuzey-doğusu... diye vermişti. O halde ben
Batıya doğru alçalırken bu durumla karşılaştığıma göre,
Uludağ civarındayım, yakıtım da var, tekrar batıya döndüm.
Tekrar buluta girmeye cesaret edemiyordum. Alçak irtifada
oksijen eksiğimin giderildikçe şuurum açılıyor ve zihnim açıldıkça
da daha sağlıklı karar vermeye başladım. Bir süre Batıya
uçtuktan sonra 180 derece geriye döndüm ve önüme ilk gelen
(Pamukova dahil) meydana inmeye karar verdim. IFF’i
Emercensi’ye almayı akıl ettim. Daha birkaç saniye geçmeden,
“Emercensi Vuran lider. Bulunduğunuz istikamete devam edin,
Eskişehir Meydanı önünüzde. Beni duyuyorsanız... frekansta
cevap verin anonsunu duydum.
Uçak numaramı söyleyince, radar kontrolörlerinin ve
beni duyan liderlerin ses tonlarından, “Çakıl taşı bulmuş
çocuk” gibi sevindiklerini duydum. Ben de çok sevinmiştim.
Bu arada Eskişehir civarı çoktan bulutlanmaya başlamıştı.
Uzaktan, Konya’nın Çay ilçesi sandığım İnönü ilçesini
gördüm. Tekrar radara mevkimi sordum, “aynı başta uçuşa
devam edin, Eskişehir önünüzde” yanıtını aldım. Radara
inanamadım. Gördüğüm yer Çay ilçesiydi. Radarın beni
heyecanlandırmamak için böyle söylediğine yorumladım. Alçak
irtifada uçtuğumdan ne Tacan ne de Ndb Eskişehir’i göstermiyordu.
Bu arada liderim Eskişehir’i görürsem kola gelirim diye
cevap verdim; beni anlayışla karşıladı ve beni orada
bekleyeceğini bildirdi. Ben Eskişehir’i gördükten hemen
sonra Bozüyük’te liderime katıldım. Liderim beni sıkı
kola alarak Kütahya radarına birkaç dalışla teşekkür
etti. Ve biraz da alçak uçuş yaparak; zannederim moralimizi düzelttikten
sonra ( o zamanki aklımızla) inişe geçtik.
Olay böyle başımdan geçmişti. Ve de böylece hemen
kontrole alındığımı öğrenmiş oldum. Hava kapattığı için
uçuş kesildi. Filoda voleybol oynuyorduk. Ben her şeyi unutmuş
gülüp eğleniyordum. Oyun sırasında Hrk.Sb. “Gül bakalım
gül. Şimdi bedavadan yaşıyorsun. Ben olsaydım o durumda kırk
kez atlardım” dedi.
O gün o söze fazla aldırmadım ama şimdi rahatlıkla
söyleyebilirim ki; “Böyle bir durumda bugünkü aklım
olsaydı ben de atlardım”...
Ferit YILMAZOK |