F-84F’le
Kalkış Rulesinde Kazadan Kıl Payı Kurtuluyorum!
9ncu
Ana Jet Üs Balıkesir -
Ağustos 1969
Hava Harp Akademisinde öğrenim gördüğüm 1968-1970 yılları arasında
Geri Hizmet Uçucusu (GHU) olarak yıllık uçuşlarımı Balıkesir
9ncu Ana Jet Üs 192nci Filoda
F-84F uçaklarında tamamlıyordum. Akademiye katılmadan
önce zaten bu filoda uçuyordum. Tecrübe sahibi olduğum bir uçak
tipinde ve yakın arkadaşlarımın olduğu eski filoma geri
hizmet uçucusu olarak atanmış olduğum için kendimi şanslı
görüyordum. Filo
Komutanımız Kur.Bnb. İsmet Çağlar (Emekli Korgeneral) ilk
F-86 uçakları 1954 yılında Türkiyeye geldiğinde bu uçaklara
seçilen ilk pilotlardan biriydi. İlk uçuş birliğim olan
Merzifonda F-86’larda bizlere öğretmenlik yaparak yetişmemizde
büyük emeği geçmişti. Balıkesirde geri hizmet uçuşu için
filosuna gittiğimizde hepimizle tek tek ilgilenir ve büyük
yakınlık gösterirdi. Çağlar Binbaşımız uçuş hattındaki
faaliyetleri devamlı takip eder ve filosundaki pilotların bütün
iniş ve kalkışlarını yakından izlerdi.
Akademi öğrencilerinden uçuşlarını Balıkesirde yapmak üzere
planlanan arkadaşlar öğretim yılı içinde her ayın belirli
haftasında Yeşilköyden kalkan bir C-47 uçağı ile Balıkesire
gidiyor, hafta içinde uçuşlarımızı yaptıktan sonra yine
C-47 uçağı ile Yeşilköye dönüyorduk. Doğrusunu söylemek
gerekirse geri hizmet uçuşu için her ayın bir haftası
Akademinin çok yoğun ders programından uzaklaşmak hepimize
ilaç gibi geliyordu. Birkaç sorti uçunca Akademinin o yoğun
havasını üzerimizden atıyor ve bu uçuşlardan büyük bir
keyif alıyorduk. Yıl içinde tamamlamamız gereken toplam uçuş
60 saat idi. Akademide öğretim müfredatı kapsamında Ağustos
ayı izinlerin kullanıldığı ay olduğu için ve Eylül ayı
da ders yılının başlangıç faaliyetleri nedeniyle bu iki
ayda GHU uçuşu planlanmıyordu. Yılın geri kalan 10 aylık süresi
içinde ayda 6 saat uçtuğumuz takdirde yıllık uçuşumuzu
kolayca tamamlayabileceğimizi düşünüyorduk ama aylar
birbirini kovalayınca, az bir süre gibi görünen bu 60 saati
tamamlamakta hiç hesapta olmayan problemlerle karşılaşmaya
başlamıştık. Problemlerin en başında da uçucuların
kategorilerine göre uçmalarına müsaade edilen meteorolojik
kriterlerin yer aldığı Uçuş Eğitim Yönergesinde,
GHU’lar için tespit edilen kriterlerde birlik uçucularına göre
kısıtlama getirilmiş olması idi. Öyle ki,
birlik uçucuları bulut alt tavanının pilotun
kategorisine müsait olduğu tam kapalı bir havada uçabilirken
Geri Hizmet Uçucularının 4/8’den daha kapalı bir havada uçmalarına
Uçuş Eğitim Yönergesi müsaade etmiyordu. Eğitim Yönergesinin
bu maddesi, Geri Hizmet Uçucularını bağladığı kadar o uçucuların
yeteneklerini çok iyi bilen ve onların uçamamalarına
kendileri kadar üzülen filo komutanlarını da bağlıyordu.
Uçuş Eğitim Yönergesinde yer alan bu 4/8 bulut tavanı kısıtlaması
geri hizmet uçucuları için büyük bir handikap teşkil
ediyordu. Kış aylarına denk gelen uçuş haftalarında bulut
tavanının 4/8’den az olduğu gün sayısı bazı aylarda bütün
bir haftayı içine alıyordu. Öyle ki, uçuşlarını
tamamlamak için Balıkesire gelen Akademi uçucuları bazı
aylar tek bir sorti bile uçuş yapamadan İstanbula geri dönüyorlardı.
Ertesi ay uçuşa geldiklerinde hava durumu yine bir azizlik
yapar ve bulut alt tavanı 4/8’in üzerine çıkarsa
yapabildikleri birkaç sorti uçuşla yetinmek zorunda kalınıyordu.
Kış aylarında bazı günler sabah uçuşa gelindiğinde
meydanın sisle kaplı olduğu görülüyordu. Sabahın
ilerleyen saatlerinde havanın ısınmasıyla sis yavaş yavaş
dağılmaya başlıyor ve meydanın üzerinde parçalı bulutlu
bir havaya dönüşüyordu. Sanki bu havanın Geri Hizmet Uçucularına
bir garezi varmış gibi dağılan sisin meydana getirdiği
bulutlanma, 8/8 kapalılık durumundan yavaş yavaş dağılarak
5/8 kapalılıkta takılıp kalıyor, akşama kadar da bir türlü
GHU’ların uçabileceği kapalılık olan 4/8 duruma
gelmiyordu. Sabah hazırlanan uçuş programına göre 5/8 kapalılıkta
filonun uçucuları kask ve can yeleklerini alıp uçuşa
giderken Uçuş Yönergesinin uçmalarını men ettiği, hepsi
de tecrübeli Geri Hizmet Uçucuları bu genç pilotların arkasından
bakıp kalıyordu. Şimdi
düşünün, o filoda birkaç ay öncesine kadar filonun genç
pilotlarına intibak uçuşlarını ve alet uçuş kontrollarını
yaptıran, genç pilotları gece, bulutta ve her havada uçurup
onlara uçuş tecrübeleri kazandıran, 3.000 saate yakın jet uçuşuna
sahip bir öğretmen pilot GHU statüsünde ayni filoya geldiğinde
kendi yetiştirdiği genç pilotlar uçuşa giderken kendisi
yerde kalıyor, 15 yılda kazandığı uçuş tecrübesi sanki
birkaç ayda kaybolmuş gibi, uçuşa giden genç pilotların
arkasından bakıyor!.
Hava durumunun kısıtlanması yüzünden bir gün insanı çileden çıkaracak
şöyle bir olay oldu. Meteorolojiden alınan hava durumunda
limitlerin Geri Hizmet Uçucuları için de müsait olduğu bir
gün uçuş programına kolumda filonun genç teğmenlerinden
biriyle profil görevine yazılmıştım. Filoda brifingler yapılıp
pilotlar uçuş programındaki sıraya göre uçak başı
yapmaya başladılar. Programa yazılan diğer kolların kalkışından
sonra biz de uçak başı yaptık. Motor çalıştırıp ruleye
başladık. Pist başına yaklaşmak üzereyken Uçuş Kulesi
telsizle bize uçuşun kesildiğini ve park yerine dönmemiz
gerektiğini söyledi. Uçağı park ettikten sonra uçuşun
kesilme sebebini sorduğumda hava durumunun GHU’lar için 4/8
olan limiti geçtiği için uçuşun iptal edildiğini söylediler.
Meydan Harekat binasının hemen bitişiğinde görev yapan
Meteoroloji Ofisi her saat başında hazırladığı meteoroloji
raporunu Meydan Harekat Subayına ve Uçuş Kulesine veriyordu.
Bizim kolumuzun ruleye başladığı saatte verilen raporda
kapalılık durumu 5/8 olarak yazılmıştı. Her hangi bir
idari hataya sebebiyet vermemek için Meydan Harekat Subayı ve
Uçuş Kulesi programdaki pilotların kategori durumunu yakından
takip ediyordu. Ruleye başlamış olan bizim kolda Teğmenin
kategori durumu uçuşa elverişliydi ama ben Geri Hizmet Uçucusu
kategorisinde olduğum için Uçuş Eğitim Yönergesindeki söz
konusu kısıtlayıcı madde yüzünden uçuş rulesinden geriye
çağrılmıştık. Şimdi siz varın benim üzerimde meydana
gelen aşırı stresi hesap edin!
Akademi uçucuları meteorolojık durumun bu kısıtlamaları yüzünden
uçuş tasarılarını tamamlamakta güçlük çekiyorlardı ama
hava 4/8’in üzerinde diye Geri Hizmet Uçucularının uçuşlarının
kesildiği günler ve o günlerin akşamları misafirhanenin
gazinosunda bir araya gelip tavla ve briç oyunlarının tasarılarını
tamamlayarak teselli buluyorlardı!
Bu 4/8 hava durumu kısıtlaması ve bunun geri hizmet uçucuları üzerinde
yaratmış olduğu aşırı stres üzerinde biraz fazlaca durduğumun
farkındayım. Ancak hikayenin ilerleyen kısmında havanın
kapalılık durumunda uçamamanın ve uçuş tasarısını
tamamlayamamanın yarattığı bu aşırı stresin benim üzerimde
meydana getirdiği etkinin neredeyse büyük bir kazaya sebep
olacağını izah etmek için bu konuda biraz ayrıntıya girmek
ihtiyacı hissettim.
1969 yılı Ocak ayından Temmuz ayının sonuna gelinceye kadar bu kısıtlamalar
yüzünden ancak 30 saat civarında bir uçuş yapabilmiştim.
Eylül ayında uçuş planlanmadığına göre yılın geriye
kalan son üç ayında geri kalan 30 saat uçuşu yapıp
yapamayacağım konusunda endişeleniyordum. Korkulu rüya görmektense
izin ayı olan Ağustos ayında Balıkesire gidip uçabildiğim
kadar uçayım ve sonra da çubuğumu yakayım diye düşündüm.
Filoma uçuş için geleceğimi haber verip onların da olurunu
aldıktan sonra eşimi ve çocukları o yıllarda Hava
Kuvvetlerimizde personelin yaz tatili için tercih ettikleri en
revaçtaki yerlerden biri olan Cevizli kampına bıraktım. O yıllarda
Cevizli kampında henüz sabit moteller yoktu ve çadırlarda
kalınıyordu. Kampın önünden geçen Bostancı – Pendik
sahil yolu da yapılmamıştı. Bizler kampın önünden motorla
denize açılıp akşam yemeğinin nafakasını çıkaracak
kadar balık tutardık.
Eşimi ve çocukları Cevizli kampına bıraktıktan sonra bir otobüse
binip Balıkesire gittim (o yıllarda arkadaşlarımızdan bir
kaçı hariç hiç birimizin arabası yoktu) Ertesi gün de
sabah erkenden filoya geldim. Filoda ilk gün biri sabah diğeri
de öğleden sonra olmak üzere iki sorti uçuş yazılmıştı.
Artık meteorolojiyle de havanın 4/8 veya 5/8 kapalılığı yönünden
bir alışverişimiz kalmamıştı. Çünkü Basra üzerine
oturan yüksek tazyik merkezi önümüzdeki bir hafta boyunca
ufukta tek bir bulutun bile olmayacağını müjdeliyordu. Her
iki sorti uçuş programına ben lider ve kolumda iki numara
olarak Tğm. Ertan Toker yazılmıştı. Tğm. Ertan Toker genç
rütbesine rağmen kendisini her yönüyle yetiştirmiş bilgili
ve çok yetenekli bir pilottu. Sakin görünüşü ve cana yakın
davranışlarıyla filonun en sevilen pilotlarından biri idi.
Tğm. Toker’le sabah ilk sorti uçuşumuzu tamamladıktan sonra filoda
köfte ekmek yemeğimizi yiyip ikinci sorti uçuş için uçak
başı yaptık. Kule kalkışı güneye vermişti. Motor çalıştırıp
kuzey pist başına doğru ruleye başladık. Pist başı
kontrollarından sonra böyle çok sıcak günlerde dikkat
edilmesi gerektiği şekilde pistin tamamını kullanmak için
ana pistin toprakla birleştiği en uç noktasından piste girip
ben solda ve 2 numaram sağda yerimizi aldık. Piste girerken
windsack sıfır rüzgarda olduğu şekliyle tamamen aşağı
durumda idi. İşaretle frenleri bırakıp kalkış rulesine başlarken
gazı sonuna kadar açtım. Kalkış rulesinin başında uçakta
hafif bir sağa kaçış olduğunu hissettim. Kaçışı düzeltmek
için sol firene hafif darbeler yaparak istikameti muhafaza
ediyordum. Her halde sağ tekerleğin balatasında bir sıkışıklık
olmalıydı ki sol direksiyon istikameti tutmaya kafi gelmiyor
ve darbe şeklinde sol fren yapmak zorunda kalıyordum. O sırada
2 numaramın sağ hizama geldiğini gördüm. Telsizde 2
numaraya “sen sağdan geçip kalkışa devam et” dedim. 2
numara sağımdan geçip kalkışa devam etti. Başlagıçta
akselerasyon biraz yavaş olmuştu ama kalkış rulesi biraz
uzun olsa da kalkışta bir problem olmayacağına karar vererek
kalkışa devam ettim. Uçağımın akselerasyonu giderek
artarken bir gözüm sürat saatinde, diğer gözüm pistin
mesafe levhalarında, sol elim gaz kolunu sonuna kadar itmiş
durumda, telaşlanmadan, SABIRLA süratin 160 knot kalkış süratine
gelmesini bekliyordum.
Şimdi bu noktada filmin makarasını biraz geriye sarıp kalkış
rulesinde süratin kalkış süratine gelmesini neden SABIRLA
beklemek gerektiği konusundaki kritik noktayı
F-84F uçağıyla uçmayan pilotların anlaması için
biraz açmalıyım. Bu kritik nokta elbette uçağın performansı
ile doğrudan doğruya ilgiliydi. 1949 yılı dizaynı olan bu uçağın
27.000 libre olan azami kalkış ağırlığına karşılık
Wright J65-W-3 tipindeki motorunun
gücü sadece 7.220 libre idi. (NOT:
Bu yazıyı kaleme alırken uçağın performansıyla ilgili bu
rakamlara ihtiyaç duydum. Ancak aradan geçen 40 yıl içinde
bu rakamları hatırlamam mümkün olmadığından Internete
girip bu bilgileri oradan çıkardım). F-84-F uçağıyla
ilgili bilgileri Google’dan incelerken bir şey daha dikkatimi
çekti. F-84F uçağı daha önce Republic firması tarafından
imal edilen F-84G uçağının ayni firma tarafından geliştirilmiş
bir tip idi. Sürat performansı artsın diye kanadı geriye
zaviyeli olarak imal edilen bu uçağa F-84G uçağından daha
takatli bir motor takılmasına rağmen, motorun meyilli bir açıyla
yerleştirilmesi ve egsozun da belirli bir şekilde bükük
durumda olması yüzünden motor takati 7.220 libreden 700 libre
kadar yani %10 civarında azalmıştı. Motor takatının az oluşu
doğal olarak kalkış rulesinin
F-84G uçağına göre daha uzun olmasına yol açıyordu.
Google sayfasında bu konuda şu bilgi yer alıyor: “In
reality, almost 700 pounds-force (3.11 kN) or 10 percent
of total thrust was lost because the J65 was installed at an
angle and its exhaust had a prominent kink. On a hot day,
7,500 feet (2,285 m) of runway were required for
takeoff roll. A typical takeoff speed was 160 knots (185
mph, 300 km/h”.
O sabah filoya geldiğimizde hava sıcaklığı günün erken saati olmasına
rağmen 30 derecenin üzerindeydi. Öğleden sonra hava sıcaklığının
40 dereceye yaklaşacağı meteoroloji brifinginde söylenmişti.
Eğitim subayı tarafından da kalkış rulesinin uzun olacağı
hatırlatılmıştı. Jet uçaklarında uçan her pilot bilir ki
türbojet motorları sıcak havalardan nefret eder. Türbojet
motor sıcak havalarda aynen nefes darlığı çeken bir hasta
gibidir. Özellikle Temmuz ve Ağustos aylarının çok sıcak günlerinde
motor hava alığından giren havanın sıcaklığının yüksekliğiyle
ters orantılı olarak birim volüm hava içindeki oksijen
miktarı az olur. Yanma odalarına püskürtme memelerinden püskürtülen
yakıtla karışan birim volüm hava içindeki oksijen miktarı
az olduğundan motorun takatı (thrust) da düşük olur. Onun için
termometrenin eksi derecelerde olduğu soğuk bir kış gününde
kalkışta pistin yarısını biraz geçerek yerden kesilen bir
F-84F uçağının kalkış rulesi, yazın çok sıcak günlerinde
pistin sonuna kadar uzar. Hatta yazın çok sıcak günlerinde
uzun kalkış rulesiyle ilgili konuşurken biz F-84F pilotları
kendi aramızda şöyle esprili bir ifade kullanırdık:
”Bariyere selam, kalkışa devam!”. Sıcak havalarda kalkışların
en sıkıntı yarattığı bir durum da F-84F’lerin katıldığı
30 Ağustos tören uçuşlarında olurdu. Balıkesirdeki iki
F-84F filosu her filodan 9 uçak artı 1 yedek olmak üzere filo
başına 10’ar uçaktan toplam 20 uçakla 30 Ağustos törenine
katılırdık. 20 uçağın piste sığması için lider pistin
oldukça ilersinde yer almak zorunda kalırdı. Eğer 30 Ağustos
gününde hava sıcaklığı 30 derecenin üzerinde ise lider
frenleri bıraktıktan sonra pistin sonuna çok yakın bir
noktada yerden kesilirdi. Bu şekilde arkadan gelen uçaklar da
pist sonuna yakın noktada yerden kesilir ve yirminci uçak kalkışını
tamamlayınca derin bir oh çekilirdi.
Uçağın kalkış rulesinin uzun olmasının yarattığı problem yanında
ayrıca pilotun da kalkış için lövyede vereceği kumandayı
doğru kullanması ve hiç hata yapmaması gerekiyordu. Uçağın
aerodinamik yapısı nedeniyle kalkış rulesinde 160 knot kalkış
süratine gelinceye kadar lövyede en küçük bir geri tazyik
yapıldığı takdirde uçağın kanadının üzerinden geçen
hava fileleri aerodinamik bir frenlemeye sebep oluyor ve uçağın
sürati artmıyordu. İşte pilotun kalkış rulesinde SABIRLA
beklemesi dediğim de buydu. Yani pilot gazı tam açmış
durumda lövyede hiçbir geri tazyik vermeden kalkış süratinin
gelmesini bekleyecek ve ancak o sürati gördükten sonra lövyede
geri tazyike başlayıp uçağı yerden kesecekti. F-84F uçağının
bu karakteristiği filolarda bu uçakla ilk uçuşa başlayanlara
izah edilir ve özellikle kalkış rulesinin çok uzun olacağı
belli olan sıcak havalarda uçuş brifinglerinde bu konu üzerinde
ısrarla durulurdu. Uçağın kalkıştaki bu kötü
karakteristiği Hava Kuvvetlerimizde ne yazık ki pilotların
hayatına mal olan üzücü kazalara sebep olmuştur.
F-84F uçağıyla kalkışta meydana gelen kaza kırımlar
Hava Kuvvetlerimizin kayıtlarında bulunmaktadır. Bu
kazalardan benim şimdi aklımda kalanlardan bir tanesi Eskişehir
Jet Eğitim Filosundaki en iyi öğrencilerimizden biri olan Tğm.
Mustafa Özdilek’in Erhaç-Malatya’da uğradığı kazadır.
Hava Kuvvetleri Komutanlığının HAVA ŞEHİTLERİ ALBÜMÜ’nde
söz konusu kazayla ilgili şu bilgi yer almaktadır: “Hv.Pilot
Ütğm.Mustafa Özdilek 22.10.1968 tarihinde 7nci Ana Jet Üs
Komutanlığında görevli iken F-84F uçağı ile kalkışta
bariyere girmiş ve bariyer üst kolonuna takılması sonucunda
şehit olmuştur”. Kalkış rulesinde ölümle biten diğer
bir kaza 1966 yılında Diyarbakırda olmuş, yüzbaşı rütbesindeki
pilotun kullandığı uçak kalkış rulesi sonunda pistten
kesilemeyip toprağa çıkmış, alev alan uçağın içindeki
pilot kurtulamamıştır. 1968 yılı Mayıs ayında Konya Üssünde
meydana gelen kazada kalkışta uçak yerden kesilememiş, toprağa
çıkan uçağın yanmasıyla pilot şehit olmuştur. 1963 yılında
bir RF-84F uçağı Eskişehir pistinden 090 istikametine kalkışta
pist sonunda kesilemeyip toprağa çıkmış ve pist uzantısındaki
Porsuk çayına girmiştir. Suyun yatağına çarpıp duran uçağın
gövdesi kokpitin hemen arkasından 30 derece bükülmüştür.
Pilot bu kazadan büyük bir şans eseri sadece yüz kısmında
meydana gelen birkaç yarayla kurtulmuştur.
Şimdi filmi geriye sardığımız noktaya dönebiliriz.
2 numaram sağ tarafımdan emniyetle geçip pistin sonuna
yakın bir noktada yerden kesildi. Ben de sabırla, süratimin
160 knot olan kalkış süratine gelmesini bekledim. Beton
pistin bittiği ve sıkıştırılmış toprağın başladığı
noktaya geldiğimde sürat saatında 160 knot sürati görünce
lövyede hafif bir geri tazyikle uçağı yerden kestim. Yerden
kesildikten üç saniye bile geçmemişti ki uçağın altında
tak diye çok yüksek bir çarpma sesi duydum. Uçak tak sesiyle
beraber bir an sarsıldı ve normal uçuşuna devam etti. Uçağımın
altına bir şey çarpmıştı ama acaba neydi? Benden önce
yerden kesilen Teğmen Tokere kalkışta bir şeye çarptığımı,
koluma gelip kanadın altını ve iniş takımlarını iyice
kontrol etmesini söyledim. Teğmen Toker uçağımın hem sağından
hem solundan hem de uçağın takibine geçerek kanadın altını
ve iniş takımlarını uzun uzun kontrol etti ve uçağın alt
kısmında her hangi bir anormal durum görmediğini söyledi.
Her halde iniş takımlarına pistin kalkış noktasında
bulunan iri bir kuş çarptı ama her hangi bir hasar meydana
getirmedi diye düşündüm. İniş takımlarını aldım ve
planlanan uçuşumuzu tamamladıktan sonra inişe geldik. Bu
vesileyle sevgili kardeşim Ertan Toker’in kulaklarını çınlatmış
oldum.
Park yerine gelince uçağın altını bir de kendim gözle kontrol ettim
fakat bir şey göremedim. Baş makiniste kalkışta bir şeye
çarptığımı ve uçağı jaka alıp bir de kendilerinin
kontrol etmelerini söyledim. Uçağın gövde altını ve iniş
takımlarını kontrol ederken eğer kuş çarpsaydı mutlaka
kan izleri olurdu diye düşündüm. Çünkü Eskişehirde Jet Eğitim
Filosunda T-33’lerde uçuş öğretmenliği yaparken bir defasında
kalkışta uçağımın burun iniş takımına kuş çarpmış
ve iniş takımı yuvasını kan içinde bırakmıştı. Şimdi
gövde altında bir kan izi görülmüyordu, eğer bir kuşa çarpmadıysam
bu ne olabilirdi? İşin içinden bir türlü çıkamadım.
Filoya geldiğimde Çağlar Binbaşım filonun önündeki çardakta
oturuyordu. Yüzündeki
ifadeden bir şeye fena halde canının sıkıldığı belliydi.
Yaptığımız uçuşla ilgili kendisine bilgi vermek için yanına
gittim. Ben daha bir şey söylemeden Çağlar Binbaşım bana:
“Sarp, büyük geçmiş olsun! Kalkışta bariyerin üst çelik
kolonuna çarptın ve yüreğimi ağzıma getirdin. İniş takımının
çelik kolona çarpmış olmasına rağmen sana bir şey olmaması
büyük bir mucize!” dedi. Kalkışta çarptığım şeyin
bariyerin bileğim kalınlığındaki çelik kolonu olduğunu öğrenince
sanki başımdan aşağıya kaynar sular döküldü!
Şimdi bu noktada filmin makarasını bir daha geriye saralım. Biz kalkış
için Kuzey pist başında yerimizi aldığımızda Filo Komutanımız
Bnb. Çağlar da filomuzun bulunduğu güney pist başına yakın
bir noktadan bizim kalkışımızı seyrediyormuş. GCA hizalarına
geldiğimizde 2 numaranın lider uçağı geçip kalkışa devam
ettiğini ve lider uçağın biraz geride kaldığını görünce
durumda bir aksilik olduğunu hissetmiş ve her iki uçağı
daha dikkatli bir gözle takip etmeye başlamış. Pistin sonuna
1500 fit kadar bir mesafe kala 2 numaranın pistten kesildiğini
ve geriden gelen lider uçağın kalkış rulesine devam ettiğini
görmüş. Lider uçak pistin beton kısmının bittiği ve sıkıştırılmış
toprak kısmın başladığı noktaya gelince yerden kesilmiş.
Uçak yerden kesilirken hemen hemen ayni anda ağ bariyerinin
tam yukarı duruma doğru kalktığını ve yerden kesilen lider
uçak tam o esnada ağ bariyerinin üzerinden geçerken tekerleğinin
bariyerin çelik kolonuna çarptığını görmüş. Çağlar
Binbaşım filoda hepimizin çok sevip saydığı, sevecen, çok
değer verdiğimiz örnek bir filo komutanı idi. Çağlar
komutanıma bu vesileyle en derin saygılarımı sunuyorum.
Olaya bir de uçuş kulesindeki operatörün gözünden bakalım. Kalkışı
takip eden uçuş kulesindeki operatör iki numaranın lider uçağı
geçip kalkışa devam ettiğini ve lider uçağın geri kaldığını
görünce bir aksilik olduğunu anlamış.
Geride kalan lider uçağın kalkış rulesini pür
dikkat takip etmeye başlamış. Lideri geçen 2 numara pist
sonuna 1500 fit mesafede yerden kesilmiş. Lider uçak pist
sonuna 1000 fit kala hala yerden kesilmeyince uçağın artık
bu noktadan sonra pistten kesilemeyeceğini ve toprak kısma çıkacağını
düşünmüş. Pilotun bariyer ikazı yapmamasına rağmen
bariyeri Tam Yukarı durumuna getiren butona basmış!
Kaleme aldığım bu yazıyı okuyacak olan fakat bariyer sistemleri hakkında
bilgisi olmayan okuyucularım için birkaç cümleyle ağ
bariyeri hakkında bilgi vermeliyim. F-4 ve F-16 uçaklarındaki
gibi Hook bariyer sistemine sahip olmayan F-84F, F-86, F-5,
T-33, T-37 ve T-38 uçaklarının uçtuğu meydanlarda
pistin her iki başında ağ bariyerleri bulunmaktadır. Bu
bariyerler kalkış rulesinde abort eden veya freni tutmayan uçakların
toprağa çıkmadan sert zeminde tutulmasını sağlamaktadırlar.
Ağ bariyerlerinin Tam İnik, Yarı Kalkık (Ready) ve Tam Kalkık
olmak üzere üç durumu vardır. Yarı Kalkık (Ready) durumdan
Tam Kalkık duruma geçiş süresi 1 saniyedir. Pistin iniş başındaki
ağ bariyeri uçağın inişte kısa kalması durumunda bariyere
takılmaması için Tam İnik durumda tutulmaktadır. Pistin
kalkış başındaki bariyer ise yarı kalkık durumda (Ready)
tutulmaktadır. GO-NO-GO noktasını geçmiş olan pilot her
hangi bir sebeple kalkıştan abort ederse ve yapacağı fren
ile uçağı pist içinde tutamayacağına karar verirse
telsizde “Bariyer! Bariyer! Bariyer” diye kuleyi ikaz eder
ve kule operatörünün verdiği kumanda ile Yarı Kalkık
(Ready) durumdaki bariyer Tam Kalkık duruma getirilir. Tabii
kalkışın bu çok kritik noktasında eğer araya başka bir uçağın
telsiz konuşması girerse kalkışta bariyer ikazı yapmak
isteyen uçağın telsiz konuşması kule tarafından
duyulmayabilir. Her uçağın kalkışını dikkatle kontrol
eden kule operatörü tecrübesi ve göz alışkanlığı ile
kalkış rulesindeki uçağın yerden kesilemeyeceğine karar
verirse pilottan bariyer ikazı almadan da bariyeri Tam Kalkık
pozisyonuna getirebilmektedir.
Benim yaşadığım olayda kule operatörü benden telsizle Bariyer!
Bariyer! Bariyer! ikazı duymadığı halde uçağın yerden
kesilemeyeceğini düşünmüş ve bariyeri Tam Kalkık duruma
getirmiştir. Uçak
tam o saniyede bariyer üzerinden geçerken bariyerin en üst
noktasındaki çelik kolona tekerleğin lastik kısmının çarptığı
anlaşılmaktadır. Şimdi F-84F uçağının iniş takımını,
iniş takımı dikmesini ve tekerleğinin çapını gözümde
canlandırmaya çalışıyorum. Tekerleğin çapı yaklaşık 1
metre civarında olması lazım. Bu durumda uçak 1 metre aşağıdan
geçseydi tekerleğin lastik kısmı değil, lastiğin bağlı
olduğu iniş takımının dikmesi çelik halata çarpacaktı. Eğer
uçak 2 metre aşağıdan geçse kanat veya gövde çarpacakti
ki öyle bir çarpma durumunda ivme – kitle fizik kanunlarına
göre nasıl bir olayın meydana gelebileceğini insan tahmin
etmek bile istemiyor!
Daha önceki her uçuş hikayemizde olduğu gibi bu hikayeden de arkadaşlarımın
alacağı dersler var. Alınacak derslerden biri pilotlar, diğeri
de uçak mühendisleri içindir. Pilot arkadaşlarımın alacağı
dersler deyince, daha ben buraya tek kelime yazmadan genç pilot
arkadaşlarımın:
“efendim, siz yazın sıcak günlerinde ‘bariyere selam,
kalkışa devam’ dediğiniz F-84F gibi bir uçakta kalkış için
frenleri bıraktıktan sonra uçağın akselerasyonunda en küçük
bir tereddüdünüz olduğu takdirde kalkıştan abort
etmeliydiniz” dediklerini duyar gibi oluyorum. Bunda çok
haklısınız! Eğer şimdiki aklım olsaydı kalkış rulesinde
uçağın sağa çektiğini hissettiğim ve sola direksiyonla
istikameti tutmakta zorlandığım bir durumda, sol frene
darbeler halinde dokunarak uçağı istikametinde düz tutmak
gibi bir çılgınlık yapmak yerine hemen gazı rölantiye
kesip kalkıştan abort ederdim! Sevgili gençler! Havacılığın
uyulması gereken en hayati kurallarından biri, park yerinde
motor çalıştırdıktan itibaren ister rulede, ister pist başı
motor kontrollarında İster kalkış rulesinde uçuş
emniyetini tehlikeye sokacağını düşündüğünüz bir
durumda hiç tereddüt etmeden uçuştan vaz geçmek ve park
yerine dönmektir. İki kere iki dörttür! Günler de torbaya
girmemiştir! Alınacak ders deyince daha önce yazdığım bir
uçuş hatıramda anlattığım Karadenizli fıkrası aklıma
geldi. Cinayet suçundan idama mahkum olan Karadenizliye son
arzusunu sormuşlar, o da “bu bana çok iyi bir ders oldu!”
demiş. Eğer uçuş kulesinden ağ bariyerinin Tam Kalkık
duruma getirildiği noktada benim uçağım sadece 2 metre aşağıdan
geçseydi, Karadenizlinin dediği gibi bu da bana çok iyi bir
ders olacaktı!
Bu yazıyı okuyacak uçak mühendisi arkadaşlarımın da herhalde yazıdaki
önemli bir nokta dikkatlerini çekmiştir. 1nci nesil muharip
jet uçaklarından biri olan ve Hava Kuvvetlerimizin 1952 yılında
jet çağına ilk adımını attığı Republic firması imalatı
F-84G’nin sürat performansını artırmak amacıyla
ayni firma tarafından geliştirilip dizayn edilen F-84F uçağının
dizayn ve imalatını yapan uçak mühendisleri kim ne derse
desin sınıfta kalmıştır. Sürat performansı artsın diye
kanadı geriye zaviyeli olarak imal edilen bu uçağa F-84G uçağının
Allison J35-A-29 tipinde 5,600 libre takat veren motorundan daha
güçlü 7.220 librelik J-65 motoru takılmasına rağmen motorun
aşağı yönde bir açıyla yerleştirilmesi ve egsozun da
belirli bir şekilde bükük durumda olması yüzünden motor
takati %10 azalmıştır. Hava müzelerimizde sergilenen bir F-84F uçağının hava alığına ve egsoz kısmına
bakıldığında motorun açılı bir şekilde yerleştirilmiş
olduğu cetvel ve gönye ile ölçmeye ihtiyaç duyulmadan çıplak
gözle bile görülebilmektedir. Düşünün ki bu uçağın
imal edildiği fabrikada en mükemmel rüzgar tünelleri
bulunmaktadır. Bu rüzgar tünellerinde yapılan testlerde hava
filelerinin kanat, gövde, kuyruk üzerinden ve hava alığı içinden
akışı bir resim gibi görülmektedir. O zaman nasıl oluyor
de hava filelerinin motora açılı bir şekilde girdiği görüldüğü
halde düzeltici işlem yapılmıyor!. Herhalde bu konu üniversitelerin
uçak mühendisliği fakültelerinde bir ders konusu olarak
okutulmalıdır. Tam yakıt, bomba ve silah yüküyle sıcak
havalarda kalkışta ve havadaki kritik manevralarda %10 takat büyük
bir takattir. Uçak dizaynı ve imalatında böylesine şaşırtıcı
bir hatanın yapılmış olmasından uçak mühendisleri olduğu
kadar bu uçağın fabrika çıkışında test uçuşları yapılırken
uçağın kötü performansı açıkça görüldüğü halde bu
uçağı muharip bir uçak olarak kabul edenler de kendilerine
elbette gerekli dersi çıkarmışlardır. Tabii bu yargıya varırken
o günkü teknolojinin bugünkü teknolojiyle mukayese
edilemeyecek kadar geri olduğunu ve bugünkü uçak imalatında
mühendislerin kullandıkları olmazsa olmaz en önemli yardımcı
teçhizatı olan kompüterlerin o devirde henüz emekleme çağında
bulundukları gözden uzak tutulmamalıdır. 60 yıl öncesinin
dizaynı olan 1nci nesil muharip jet uçağı F-84F’in çok sıcak
havalarda 10.000 fite yakın kalkış rulesi ve havadaki
performansı ile bugünün dizaynı 5nci nesil F-35 Lightning II
uçağının STVL (Short Take-Off and Vertical Landing)
modelinin sadece 400 fit olan kalkış rulesi ve performansı
mukayese edildiğinde uçak endüstrisinin bu 60 yıllık süre
içinde ne kadar büyük bir aşama kaydettiği kolayca anlaşılmaktadır.
İrfan Sarp
İsarp56@gmail.com
Ekim 2009
|